İddaa Kulüp
SANATKARS
baba sayfa
SANATKARS FUN CLUP
galeri
HABER
Ziyaretçi defteri
televizyon
büyük insanlar anısına
download
sinema filmi
video
kod izleme editörü
sAnAt
djlik yap
anket
spor
siirler
=> şiirler-1
=> şiirler-2
=> yeni
oyunlar
şiirler-1
Her yağış bir başka kalkışmaya gönüllü Ve kim neye erse bu geçişte Bir tomurcuk bir gözyaşı mutluluk işte Her bahar arifesinde korkulu bir kimsesiz gecenin Aklım elim yüreğim kirişte Hep biraz korku biraz yalan telefon seslerinde..... Ya yine boş koridor ıslaklığıysa ve beton efesi Bütün fakir çocukluklarda.... Ama herşey sırasını beklerken Mukaddes bir kuytuda Senden umut kesenin hüzün kesesinde bir yavru Herhangi bir anne kadar kanguru İşte bahar işte sevda işte tomurcuk bir bakıma Ağzım mavi ıslaklığının uçurumunda Rüyayla gerçeğin arasında Hep iyinin aşkın tarafında Ve Değmediğim yerin kalmayıncaya Bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya Ben sana sen çatlak bir anadoluyu kucaklamaya Bu bahar aşk için hazır Hazır vazgeçmeye Adının bile baş harflerinden Kayıtsız bir sarhoşluğun her gün erkenden sabah oluşu Her şeyi biraz şakalaştıran bakışından Şakadan başka izahı olmayan bu kalp ağrısından Ve Bahanesi bir yürek bir et Bir bedenin içine girmek! Hazır bu bahar Akılsız! Bir yeşermenin şahane hasadına Hazır nur topu bir yaşama sevincini kundaklamaya.... Unutma baharda çiçek olan Meyvedir yaza.... Bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği Her dem taze kalsa... Yılmaz Erdoğan
İmgesi Kendinden Kalın orada bizans orada topkapı ve surlar ve rutubet,aslanım! şimdiki zamanlarda aklım geniş zamanlardaki rehavet! şiirdik bütün aşkşamları seninle saçından bir dal düştü yüzünün en ıssız yerine yine sen ve yine sizlik sensiz artık bu şehir faşistanbul! Yılmaz Erdoğan
Ben Yandım Hangi dilde ağlıyorsa insan İşte ana dilidir ayrılmanın Her sokağa şifa niyetine bir açlık Güzereş kardaşlık bilinen en büyük uzakiık Hep acıların kuranderinde sevgili bir yoksulluk Kitaplann arasında dolanmış ve sahte fikirlerle dolandırılmış donatılmış aklanmış yeşermiş Ve gri demirii bir yatılı okulda uzun uzun Kimsesiz kimsesiz ağlamış Uykusunda adın çağırmış Nöbetlerde edebiyat sohbetlerde bir yarışma kavgası Fikirden fikire sıratlar geçilmiş Ne murat suyu kan aksın isterim Ne şiirinden vazgeçerim kavganın Mesleğim göze almaktır Kalabalığa faydanın bedelini Öderim sağdan soldan aldığımla Sözlerimden başka vasiyetim ve servetim yoktur. Her beladan bir alıntıyla kurtulurdum İlla ki adını hatırlardım lazsm olanın Bir siverek acısı aslında sevdiğim Bir mezopotarnyalı kederi Asur'un Ninova'nın kehaneti.... Kalbim kül oldu Eski bir kütüphane yangınında Ben yandım. Kimi cüret etsem sevmeye Kendime küçük geîdim Zayıf kaldım He murathan esir düştüm Sefil oldum. Acılarım hep tavsiyedir Çok sevdiğim bir şairden Yok bira yok ne etsek olmuyor'un ranza arkadaşıyım Bilinen en uzak yatılı bölge okulundan Ben bıraktım siz konuşun, Yoruldum ben siz koşun. Iskartaya ayırın beni Bütün ayrılıklardan..... Küsmedim kardayım yediğim dayaktan Şimdi yalnız, şan saman kağıt kokulu günlerde Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını Beni bırakın Ben meçhul oldum Gizli özneyim Vatansız cümlelerde Ben yandım. Kalbim kül oldu Eski bir kütüphane yangınında. Yılmaz Erdoğan
Aşkımız Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı; gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi. Hiç düşündün mü belki Belki, eline en yakışan takı benim elim. Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim... Belki sen ve belki ben... Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan bir beyaz tutsaklık... İnsan kendine iltica edebilir mi? Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri.. Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı. Yılmaz Erdoğan
Bildiğin Gibi Değil Bizi bilirsin; avuçla su içmeyi marifet biliriz, yenilmeyi bir de kendi sahamızda... bizi bilirsin; saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz, limonla! tesbih yaparız, düş kırıklarından.. bizi bilirsin; ağzının içinde oturmak isteriz ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz ağzını... bizi bilirsin; yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarında gömülmeyi... Yılmaz Erdoğan
Ne Güzel İkimizde seni seviyoruz ne güzel Olmuş yerlerine bakıyoruz Bütün aynalarda ikimizde seni beğeniyoruz ne güzel mevsimler geçiyor üstümüzden susuz bir yolculuk tıka basa dolu mataralar arasında ikimizde seni seviyoruz ne güzel söylenmiş sözleri tekrarlamaktan ve incinmekten yine eski yaralarımızdan korkuyoruz ikimizde saklanıyoruz ne güzel gözlerimizdeki ölü çocukları besliyoruz bütün gördüklerimizle ikimizde körüz kendimize ne güzel sakındığımız yerlerimizden korkular açıyor iyi niyetli çiçekler kılığında birbirimize hiç armağan vermiyoruz ne güzel iz bırakmak istemiyoruz tenlerimizde evlerimizde çünkü kolay tespit ediliyor acılar hemen ele veriyor bizi uğruna ihanetler verdiğimiz şarkılar silemiyoruz ne güzel yüreğimizdeki parmak izlerini ikimizde seni seviyoruz ne güzel eski sevgililerimizi okumaktan ve yazmaktan geçtik ama dilimize çeviremedik aşk yazısını okumaktan ve yazmaktan geçtik cebimizde yaralı sözcükler ne biriktirdiysek ona vurulduk entelektüel ay ışıklı aşkamlarda hiç yanmadığı için bitmeyen mumlarımız işe yaramaz şamdanlarda okumaktan ve yazmaktan geçtik ortam iyi koksun diye yaktığımız aromalı mumların hijyenik ışığında kendimize o kadar güveniyorduk ki birbirimize ihtiyacımız yoktu oysa aşk güvensizlerin işiydi unuttuk sakındığımız yerlerimizden ayrılıklar açıyor zehir zemberek gece kılığında ama korkmuyoruz çünkü biz zeki okumuş yazmış zeki yazanı görmüş yazmayı seçmiş okumaktan usanmış zeki kendini beğenmiş zeki hiçbir şeyi beğenmemiş deneyimli bilgili zeki çok şey öğrenmiş öğrendiğinden fazlasını öğretmiş zeki korkusuz ve çocuktuk... o kadar çok ağlamıştık ki hiç ağlamayacakmış gibi yaşadık ikimiz birlikte hiç ağlamadık ne güzel şimdi tanıdık –ki bizim için tanıdık olmayan bir şey kalmadı hayatta- bir yol çatalında elele duruyoruz ikimizde ağlamaklı değiliz ne güzel ikimiz de hala seni seviyoruz ne güzel Yılmaz Erdoğan
MADEM Kİ yine bir kuyuya doğru çekiliyor yine yeniliyor yenilgisini hep yeniden azalıyor, eskiyor beden. nereye atacağını şaşırmış hep düzayak çalgılara hasret yürek desen. hangi evresinde şaşırdı kendini doğuştan şaşı ve kalbi kırık aşktan yorulmuş bir kadın fikrine inanmaktan evde yokum desem komşudan buluyorlar kendi özel dağınıklığımda vuruyorlar kapıyı hiçbir şey için gereğince üstelemeden. iki söz arasında meçhul asker türküleri yalnız yalnızken ve nöbetlerde söylenen tanıksız günbatımları yalnız yalnızken ve yalnız tren garlarında hissedilen ve gecelerde artık cepten yeme düşleri eski usul sarhoşlukla zevk alma eski sevişmelerden bu bitmeyen seviş getirmelerden azalıyor, eskiyor beden. yılmaz erdogan
Büyüyorum Büyüdükçe, sentetik zamanlara kangren ayaklar bastım, izi kaldı ömrümün... Kara çaldılar yüzüme bütün kara parçalarında elbette 'afrika dahil' parça başı çalışan kiralık katildi zaman. Gülüşüm sivas yangını, ağlarsam kızma... ölmek bile yakışıyor bazı adama... Yılmaz Erdoğan
KIŞI SEVMEK KIŞIN SEVMEK Ağlıyordum. Bir kış günüydü. Üzgündüm. Yenilmiştim. Herkesle selamı sabahı kesmiş bir sabahtı. Kahvaltısız Yola çıktım ağzımda bakır alaşımlı bir tat. Efkar gibi yağıyordu kar. Bazıları kışın öldü sevdiğini insanların dedem taha amca karda izledik ayak izlerini düşmanlarımızın bir inşaatın içine götürdü bizi Uğursuz ayakların karda bıraktığı lekeler taha amca karlar içindeydi taha amca kanlar içindeydi en güzel kar insanın çocukluğuna yağandır. Pencereye yüzümü dayar dua ederdim, kar yağsın, durmasın, tutsun, rütbe düşüp yağmur olmasın diye. Hep kış günlerinde düştüm umutsuz aşklarımın batağına buğulu camlara adlarını yazdım konuşamadığım kızların ve babaannemin nice kırgından taşıdığı eski mücevher kutusunun sırrı dökülmüş aynasında o kadar çirkindim ki bir grayder durmadan soluklanmadan çalışıyordu toprak damlı evimizin bahçesinde. Kalabalıktı. Küçüktüm acıdan, yaşça. Babaannem bayılmıştı. Herkes ağlıyordu. Dedem ölmüştü. Kar ağlıyordu, yağar gibi. Küçüktüm. Susuyordum. Lapa lapa... ağlar gibi... Karda yürümek gibisi yoktur geceleri. Işığın yalazında seyretmek kar tanelerinin dansını. Bir de ayazda sevmek olmadık bir kadını. Soğuktan korumaktır asıl marifet sevdiğinin tenini. Aşksız geçen kışların intikamıdır geleneksel bahar sevdalanmaları. Ben hep kışı sevdim. Ben hep kışın sevdim beni sevmeyenleri. yılmaz erdogan
Aman Ormancı nasıl hecelersen hecele hep aynı biçimde yazılıyor ayrılık çok yol bilenler geçti ayağını yordamına göre uzatan kurdun kuşun bileceği hal değilmiş ya öylesi işte eski sözlere yeni kafiye bulmak gerekmez suyu sefası kendine yeten stabilize bir eğlenmektir hayat her sevdalıya aşık atmak gerekmez sen, o hep önden giden çatallanan bahçesindeyken sevişmenin ki çıplak ve bensizliği ele almışken ne anlattığını bilmek istemeyen şiirler getiririm arkandan bir devrik cümlem kalır acınası iki çekingen benzetmem belki ve derisi soyulmuş bir nakaratım kalır yoluna ağladığım o türküden artık ehemmiyeti kalmaz köprünün ve hoş gül içimlik suların ya da -içkiden olsa gerek- masayı yıkan ormancının nasıl kıydın diye sormanın da manası yoktur suç delilleri ortadadır ve zaten kim olsa katılır akışına gerisinin aman ormancı canım ormancı köyümüze bıraktın yoktan bir acı acı köyde ya o yüzden türkü, yoksa roman olacak kentimizde geçse öyküsü bir de gülüşün kalır dişlerinin etrafından ve bilişin kalır her şeyi ama her şeyi eski haliyle Yılmaz Erdoğan
ADIN BAHARDI Kente yanlızlık gelirdi sen uyuyunca Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi Aşkın içimde solardı adın bahardı Eteğini koştururdun sokağımızda Sokak sus pus olur sana bakardı Bilmezdin gizliden izlediğimi Gözlerim gözlerinden korkardı Hatırlıyorum adın bahardı Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi Yüreğim yol boyu ardından ağlardı Hatırlıyorum adın bahardı . Yılmaz Erdoğan
Gülüşün Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Sarılışında ne düşler, Ne düşükler, Sakınamazsın. Aynı yolları, Kimsesiz mekanları, Birlikte özleme hasreti... Yalnızlığımın dert ortağı gastrit... Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Bütün iç savaşlarda, Rehin alındı bu yürek Kandıramazsın. Hangi çekilişin Büyük ikramiyesi bu, En uzak sevişmelerin Yeni yetme utancı. Lakin aşk, Biraz da utanmaktır yaşamaktan, Sakınamazsın... Yeni yetmelik işine gelince: O zaten hepimizin gizli öznesi Türkçede var. Bazı dillerde yok. Gülüşünde bir mana var, Saklayamazsın. Kime niyet kime felaket bu aşk, Anlayamazsın. Ödümüz patlıyor acı çekmekten Oysa; Biraz da acıdır, Aşkın mayası. Kaçınamazsın. Gülüşündeki manayı saklayamazsın. Tutunacak yerimiz yok, Resmi tutanaklarda. Gülüşünde bin yıllık hasret var, Saklayamazsın. .......................... Bu yazık karşılaşmanın Alnımıza çakılıyor anafikri: Aşka cesaretimiz yoksa Başka zaman görüşürüz! Yılmaz Erdoğan
Neden Yazıyorsun? sevmek bir şey değil de sevinmek kötü be, kumruların kumsalların bulutların aşkına mecburduk da yazdık kirli sakallı sabahların namına öylesine değil savrulsun diye değil yalandan değil yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü hani bazı içinde bir dal burkulur yeşil için sarı için her morun tonunda büyüyen sağrılar için belki kuşlardan habersiz kanatlar için yol yokuş son ilk bahar uzun eskilerden gelme bir içim nefes için yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünki erguvan görüldü bir zaman sonra çıkmaz oldu sokakların alayı mavi çakmak fitil falan kalabalık oldu yokuşlar o yokuşların baladı oldu düğün oldu hatta serim düğün ve çözüm için boşanmalar oldu her sevdanın final tezi adliyeye verildi gerisi ilam oldu kıyılar kumrular göçler oldu... buhurdanlar semaverler ve nargile geyikleri yavaş yavaş çok yavaş hız'da yitirilenlerin aşkına yavaş'ın içindeki ölü şövalyeler için her işin bir raconu vardı yaşamın ortaçağında atılan adımlar vardı yavaş ve eski bir düellodan alınmış işte bu yüzden yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... sonra unutmak vardı hatırlamak içindi bütün muallak resimler hiç olmamış gibi yapmak öküz öldüren bir hasrete can dayanmıyordu ya zaten bütün bunlar yeni ve dayanıklı canlar içindi dursun koyuyordular en son çocuklarının adını üstü kalsın ikizler mesela birisinin içinde civciv havalansa diğeri kanat çırpıyordu istemsiz oluyordu bunlar ve yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü... eski harfleri dağıtıyorduk komşularımıza yepisyeniydiler hepi topu bir kere kullanılmışlardı sapa bir cümlenin içinde hat sanatıydı gömdüğümüz uykuya edebiyat avuntusuydu işimiz uzak suretlerinden biriyle yapılan nef'inin yazmak lazımdı yazmasak olmazdı, aslında olurdu tabii bir sürü yazmadığımız bir süre yazmadığımız ama o zamanda bakkalda hesapüstü kalmışlık oldu siparişi unutmuşluk bakkal çırağında hem de ekmeğin en yumurtaya banılacağı sırada ve kapatıyoruz manasında söndürülen ışıklar oldu hadi gidin artık makamından kırklık bir ampul kaldı geriye... baktık olmuyor yazmadan baktık mesele oluyor dimağı eşeleyen cümleler olmuşlar olacaklar yani bir fikrin hizasına konulacak ne varsa işte, yazdık ki yazmasak olmazdı bütün bunlar bütün bunlar içindi gizli hüzün artıkları kalmıştı ayrılık salonundaki güvercinlerde manasız bir tango ciddiyeti dans mı ediyorlar fırça mı yiyorlar belli değil öyle suçlu bir işti tango arjantinde solcu gençler işkencedeyken maradonaydı 82'de kibrit kutusunun kapağı vasati kırk çöptü ve kırkının da tek tek kendine göre sorunları vardı... çözüm bekleyen ağır meseleleri de vardı yaprakların kuruyorlardı saatlerini kasım patlarına hemen ve şimdi müdahale gerekiyordu akarsulara ve ivedi bir gülümser kelimeydi yadırgayan türkçedeki yerini ama yinede yazmak lazımdı yazmasak olmazdı... sonra hiç aklına gelirmiydi örümceklerin sinirli bir iklime ağ'yacakları kendilerini ya da kuşak çatışması balıkların pul pul gerinir diye düşünürken biz meğer esnemeye bile takati kalmamış yorgun bir akdeniz... ucundan çeksen new york'a kadar götürebilirsin elektrikli vakumlu halı bile yıkayan sömürgeni işte böyle bir durumdu ve tedirginliğimiz siren miren istemiyordu telaşımızın gürültüsü yerindeydi ve küt diye akşam oluyordu biz ki öğle vaktiyiz daha rakıdan filan habersiz ve söylemeye gerek yok uzun çok uzun içmeler oldu mürakabe susamış peçetelere notlar düştük kalktık zeytinyağı lekesinden arta kalan şiircik kuşunu besledik gel gör ki üç gün yaşayabildi us pas içinde ama olsun yine de yazdık yazmasak olmazdı... nehirde (hiç tanımadığımız) bir tekne için (hiç binmediğimiz) bir şarkı (hiç duyulmamış) bestelemeyi istersin de hani nefesin yetmez nefsini güftelemeye işte bu yüzden yazdık yoksa hoşumuza mı gidiyor zannediyorsun smokin bulutlu bir gökyüzünden söz etmek bir kelebeğin kararsızlığını anlatmak tırtıl kılığında... ya da bir ateş böceğinin direnişini yalancı aydınlıklara... başka türlü olmuyor, başka türlerde nasıl oluyor bilmem ama yazmak lazımdı işte yazmasak olmazdı çünki! Yılmaz Erdoğan
Bir Nevi Otuzüç Yaş şiiri Artık kısa pantolonlu çocukları Gençlik parkına götürmüyorlar Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar Locadaki farelerden bile kemirgen Gişeci kadın nur sinemasında En sevdiğim karate filmi Tek kollu kahramanımızdı vang yu Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee Ki genç yaşta kaybettik kendisini Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında Ve’nin tam üstünde yani Hassiktir dense de derinden yurttaşın Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş Zırpa pırta elektrik kesiliyor Diyebilesi yoktur ki BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA HER DUYULDUĞUNDA BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde Dolmuş eylerken caddeyi Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu Ama seyretmek suça giriyor canım annem Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle Kesin kovarlar bizi ki Korkarım her şiire konuk olacak Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında Mübarekler pikniğe gelmişler Hayır benim kokoş teyzem Mübarekler hakkari’ den gelmişler Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık Filiz beni unutma ki hakkari Unutulmaya müsait bir yerdir Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın Yazının yanındaki kan damlayan kalbi Seni seviyorum filiz Yemin et! bak vallahi! Yok artık bu kendini şaşırmış Kendi edasını kendisi bozan cümleler Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi Aynı zekanın sırasında oturuyoruz Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar Herkesin sandık odası kendine gizemli Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi Bu kız varya insanın sevgilisi olsa Uyku tutmaz adamı Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış Tabii fevzi de yok Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu Kolejli çocuk yalanlarını söylesin Ona kalsa artık sevişmese de olur Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz Paralı palavralarıyla fevzi’nin Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş O zaman bilmiyoruz tabii Haluk o zaman araba sahibi Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha Ağbim mustafa’yla E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca Olsu yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor Siteler dükkana gidince Nerden baksan kolası ayranı filan Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil Ah pınar! diye girmeli o sokağa Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan O kotu giyiyorsun ya senin değil Bizim üstümüze Yapışıyor Ki levis o zamanherkeste yok Biz yerli malı dandik kotu Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya Babaannem hiçbir marka bilmiyor Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen Ve kader ve songül ve nazire Ve şu anda adını sayamadığımız Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları Yakantop en erotik eğlencedir bize Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye Biliyorsun fena oluyor yakan topun Ateşli kısmı sen gelince Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarını SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM NE ARTİSTİ BE KAPINA MENTEŞE OLURUM Biliyorum aradan yirmi yıl geçti Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan Ama seni seviyorum melike Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara Başak dediğin dünyanın en genç orospusu Sokaktan geçen saçının arkası uzun çocuğu kesiyor Benim elimi tutarken ki orta ikide henüz Ben lise birdeyim ki saçlarımı ortadan ayırmaya Cesaretim yok daha Seni seviyorum diyor yalandan Vallahi bak diye and veriyor sahtekar Ve sahtekarlık benim küçük aşüfteme o kadar yakışıyor Ve ben kadınların sahtekarlıklarına inanmaya Öyle erken bir yaşta başlıyorum ki Biliyorum gülücüğünde tüm erkeklere yer var Başak’ın Ama gel gör ki ben o zaman Böyle entelektüel bakmıyorum hadiseye Tabii diyorum oğlu sende Bu burun olduğu müddetçe Ve skoda bacak durumun düzelmedikçe ki Herşeyin ameliyatı var bunun yok Hiçbir kızı tümüyle çıplak göremeyeceksin Peki saçlarımı ortadan ayırsam? Gitmez olum manyaklaşma senin kafan üçgen O vakit doğumgünü partisi yapmaktır tek çare ki Bu sene benim üçüncü doğuşum olacak bu Ota boka parti veriyoruz dans ederken ilhan Bir bacağını sabit tutacaksın akabinde tak Bacağın kızın iki bacağı arasına sızıyor iyi mi Önce müzük eye of the tiger yeni çıkmış Ve bittabii sade kola içiliyor o zaman kızlarla Ortamda içki varsa zaten büyük hadise Daha kabız zamanlarımız o zaman, o da şundan Hani pederden gizli tuvalette sigara içmeler sırasında E malum tuvaleti frost oluyor Sigara zayi olmasın sebebi o soğukta Uzayan tuvalet seansları kabız etti netice Peki hep mi tuvalet ihtiyacı İclal yengenin yemekli gecelerinde Az ye hayvan gören de Seni evde aç bırakıyoruz zanneder Ama bu börek değil be kardeşim başka bir şey Ecevit diyor naif amcam bu işi götürür kadrosu var Demirel’in yok mu Koskoca demokrat parti tecrübesi var Ecevit erbakan’la işe girerse sonu olur bence Ben onu demiyorum kardeşim diyor necdet amcam ki O ağbeysine kardeşim dediğine göre kesin hır çıkacak Allahım ne çok aktif siyaset bu Pasif insanların hayatında Kaç hükümet düşürdü kaç devrim yaptılar Tavuk etli rakı sofralarında küçüklüğümün Bu kadar sever misin memleketi? Al! Şımardı işte! Hadi gel dee hala mı demirel geyiğine girme O zaman demirel başbakan olarak var ve Spor yaptığına dair hiçbir emare yok Yok artık o rakı sofralarındaki Umutlu umutsuzluk Hep parayı buldun bulamadın muhabbeti şimdiki Sülün abla senin kıymetini o astsubay bimez Perdenin aralığında görmedi ki seni Evlendiniz sen de lök diye soyundun Kostüm zorlama ışık berbat Hiçbirşey sahiden olmuyor Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle Yatardık sotaya pencerenin önüne Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte Senin odanın ışığı yanar Nasıl çapkın yüzlük bir ampul İlk gülme efekti belirir gecede Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından Bir an kaybolur odanın kırsalında Oyalanırsın on saniye kadar Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına Allahım sutyen katına! Ve sülün bir beyaz sutyendirergenlik çağımın adı Hani senin assubayın görmediği bile Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp Yastığın altına tıkıştırdığın Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin Ama samimi söylüyorum Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim Eteği de mi çıkardın Yokcanım bu kadarına dayanmaz Uzayan sokağın abazanları İşte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik Örttü meselenin üstünü. Yani demem o ki sülün ablam Biz bilirdik kıymetini Assubaya verdiler o başka Bir fiyakayla geldiler seni istemeye O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman İşte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali Gittin netice Sıteyşın bir kederle Bir daha ne senin kıymetin bilinir Ne de biz yatabiliriz herhangibir kimseyle Senin beyaz sutyenin olmadan... YILMAZ ERDOGAN
Gizli Bir El Yapimi Için çok Sesli Sevi Sen, sen olalı böyle gün böyle el böyle alkış görmedin seni böyle sevmenin saatindeyim sabaha karşıyım, gece yanlısıyım dünyanın en kalabalık yalnızıyım mısralarımı çare bilenler bilsinler ayan beyan gece gece bir insan kadar acılıyım sen sen olalı güzel günler yaşamadın bensiz kasımlar geçti üstünden hiçbir sevdayı ıslatmayan yağmurlarla gözlerinden tam olarak nereye gidilir bilmem kaybolmak isterim bizzat hiç pusula rehber istemem kabaca tarif edilmiş bir ölümdür aradığım ölüm arkam sağım solum yazık bir şaire konulmuş ambargoyum sen güzel olmadan önce bu kadar güzel değildi güzel bir yüze bir perçem ne zaman uğrar tende rüzgar nasıl kayar sırtındaki ürperti tabiatın en büyük mucizesidir bir deprem bir tufan nasıl çaresiz kalır sen böyle güzel güzel böyle sen gelecek sen bekliyorum gelme sende olur sen de yeter o zaman mutlaka olur ve sensiz olalı böyle görünmeye başladı mavi göz göre göre büyürmüş umut didişe didişe aşk yenişe yenişe mavi yeşile yeşile o gözlerle sade bakılmaz anlar da insan bir sevdayı, bir görmeyle YILMAZ ERDOGAN
hepsi bu değişen ben değilim dönüşen savaş yaşlanmakla ıslanmak aynı şey bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhaba'yı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar.. değişen ben değilim dönüşen savaş artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya yine de ışıklar bu kenti güzelmiş gibi gösteriyor geceleri... geceler..yani ahmet haşim'in kafiyeleri ''SENİ AKLIMA DÜŞÜREN YER ÇEKİMİ DEĞİL YALANCI YILDIZLAR ÖYLE UZAKSIN Kİ ÜFLESEM SOĞUYACAKSIN SARILSAM OKYANUS'' bir aşka yetecek kadar ve anımsatacak kadar sebepsiz bir ölümü acılarımız ve kafiyelerimiz var... işte hepsi bu kadar...
Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla uçak örneğin uçurtma mesela altına konulabilir bir ayağı ötekinden kısa olduğu için sallanan bir masanın veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine. bir beyaz kağıda her şey yazılabilir senin dışında güzelliğine benzetme bulmak zor sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim anlarım bitkiden filan ama anlatamam toprağın güneşle konuşmasını sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla sen bana ışık ver yeter bende filiz çok köklerim içimde gizlidir gelen giden açan soran bere budak yok bir şiir istersin “içinde benzetmeler olan” kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok uzun bir yoldan gelen tedariksiz katıksız bir yolcuyum yaralı yarasız sevdalardan geçtim koynumda bir beyaz kağıt boşluğu her şeyi anlattım olan olmayan acıtan sancıtan bilsem ki sana varmak içindi bütün mola sancıları bütün stabilize arkadaşlıklar daha hızlı koşardım severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine sana bakmak suya bakmaktır sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır aşk sorgusunda şahanem yalnız kelepçeler sanıktır ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil tüccarlardır sen öyle göz sen öyle toprak ve güneş ortaklığı sen teninde cennet kayganlığı iken sana şiir yazmak ahmaklıktır bir tek söz kalır dişlerimin arasından ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır her şey olmaya hazır sana bakmak suya bakmaktır gördüğün suretten utanmak sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır sana bakmak Allah’a inanmaktır Yılmaz Erdoğan
Alkol İkindisi Biz ne zaman içsek, Köfte geç gelir Ve oturur muhabbetin terkisine Çıplak bir efkar sözcüğü Biz ne zaman içsek, Sabah akar meycinin cebine Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında. Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü, Çırıl bir efkar sözcüğü Delikanlı kıvamında sevda değilse de Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık Biz ne zaman içsek, iç değilizdir aslında. Bu alkol ikindisi şiirle Şimdi burda açılsaydın Adımın baş harfi gibi Belki ağustos kokardı ağustos Sen, Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara Senine boyuna sevilmiş sen Yalanı sevdasından büyük sen Bir bil-sen. Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz Genzimizde göl gözyaşları Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında. Dışımızda bronz bir İzmir akşamı... Yılmaz Erdoğan
hakkında konuşmak senin Bir gün her şeyinle dimdik her türlü kavgaya hazır,çıplak,gergin, Her sözü verebilecek kadar aceleci, Tutamayacak kadar unutkan. Sade çaresizken kadın genelde erkek Kendi sözlerinin gölgesine hayran. Hiç bişi gerçek değil alkışlar yalan, Hala bi çift çarpık bacak Kendi resmi resmiyle barışık. Küs eskisiyle ve eski sevgililerinin hepsiyle. Ama hala çok güzel hakkında knuşmak senin Ben senden bahsediyorum yine kime darlansa kalbim kimin kılığında. Ne zaman aklım çıksa yerinden tuzu ayarında göz yaşlarımla dönmeyeceğine inandığım günlerde bu seyrüseferden(bu seyrüsefer sözünün burda geçme sebebi tamamen kelimeyi sevdiğimden) Diyorum işte bu sefer oğlum işte bu sefer Olacak olmakta olan, Yanacak yanmakta olan, Çare yok akacak akmakta olan düşecek... Ama hala çok güzel hakkında konuşmak senin Düşünmek seni en ayıp kılıklarda,en düşmüş saatlerde. Hala güzel hakkında konuşmak senin... 30'u geçmişiz hiç haketmicek kağıtlarla Oysa boş vermişiz geçmeyelim kalalım diye o sularda. Yalnız çirkince geçmiş bi gençliğin ağıtı bu kadar acıksız olurdu zaten. Çocuktum kürtlerin kuyruğundan bahsedilirdi nicedir uyruğundan bahsediliyor. Ve kim ne söylese bu mühim mesele hakkında mühim kanamalar tespit ediliyor hastanın dosyasında. Ve diyrum ki ben bazen bu iki sevgilinin arasında ve ikisinin eşit derecede akrabası İlk kez bir düğünde adam hem erkek hem kız tarafı, Bağırıyorum şaka yollu, Olacak olmakta olan, Yanacak yanmakta olan, Akacak akmakta olan çare yk düşecek... Ama hala çok güzel hakkında konuşmak senin. Bir beyhude çabasına daha girişmek seni met etmenin sana küfretmenin. Hala güzel hakkında konuşmak senin. Kökünü kendi sökmüş bir inatçı adamdır yurdum. Hangi toprağa denk gelmişse oraya salmış kılcallarını ve hepsinden başka çiçek türemiş olabildiğince yaban otlarının arasında. Çok şahane insanlardır kendini soyacak kadar ahmak hırsızları ayırırsan. Çok iyi şiirler yazdım kötülerin tamamını çıkarırsan. Ama hala güzel hakkında konuşmak senin... Hatta alehinde, Bağır çağır hatta. Yeri gelirse çok sağlam bi kaç göz yaşı eşliğinde. Güzel hala güzel hakkında konuşmak senin. Dilimin dolanması her görüşmede,her karşılaşmada Yani her eski sevgililer bayramında hayatın güzel. Rakının ikinci dublesinde ilk karşımıza çıkanı öptüren şey neyse, Bir şölenlik hatıra mı yoksa çift dingilli bir acı mı yanısıra neyse artık o şey. Hani bi bıçak saplaması kadar hasımhane ve bildiğin cennet davetiyesi kılığında bi şey işte neyse o şey o güzel... Hala güzel hakkında konuşmak senin... YILMAZ ERDOGAN
pastırma yazı böyle zamansız güneşli umulmadık mavi günlerde bir bekleme salonu yanlızlığına bürünüyorum..... iliklerimdeki yitik aşkı sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum.... sanki şiirini bilmediğim bir fransız akşamında kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin içimde ayak izlerin,aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan..... ve ben ne zaman, kiminle sevişsem, hala seni aldatıyorum. YILMAZ ERDOGAN
Mavilere Uyanmak yedi iklim geçer, ağarıp solan güz ışıklarından yalan pencerelere doğru... uykularda olur ne olursa yangınlar, takvim ziyanları, gömülü sevdalar... iksir gibi yayılır hücrelerimin rehavetine ıslaklığın düş tüccarları ağır mesaidedir... uykularda olur ne olursa, talanlar ve beton serinliği inşaat halindeki aşkların... uykularda ölür ne ölürse, kıpırdayan su gülümseyen yel... yedi iklimin oralarda kavalını kırmış bir çobandır gökyüzü, aklında new orleans heybesinde caz! yedi iklimin bar olduğu yerdedir uykunun alkol imparatorluğu kalabalık avındadır bakışlar... uykularda olur ne olursa, bitmez efkar kırları bazı saçlarda ve ölüm gibi suskunluklar açar derin kuyularda... ve şaka gibi ve sarsak sarsak ve kımıl kımıl bir yaşamaktır MAVİLERE UYANMAK en kesif karanlıklara kafa tutan gözlerinin mavisine kuşanmak... senin kanatların var, benim köylü yüreğim... operada tezek kokusu bu şehirdeki varlığım! .. beni taşıyacak vesaitim yok bu caddeüstü sevdada ellerinden gayrı.. 'gayrı dayanamam ben bu hasrete' ya beni de yitir ya sen de git beni götürdüğün yere... türküleri sev yalan kahkahalardan uzak dur canımın suyuyla yıka ellerini.. aklımın maharetiyle giydir en mavi yerlerini... senin adın buzul mavisi! çünkü mavilerde uyur, benden sana geçen sende beni kalkındıran ne varsa! sevdiğim, açlığımın uzak ufku, her sabah; güneşten ne zaman işaret alırsan ne zaman dar gelirse soluğun böyle uzun sarılmaklara, fikrini kurcalarsa eğer açık korkular, işte o zaman mavilere, mavilere uyandır beni... Yılmaz Erdoğan
DUYURU sefil bir nazara geldim nargile içinde duman baharsız sevişme edasındayım kimsesiz izah edemiyor durumumu hiçbir argüman ya bitir bu gelişmeyi kökünden ya da kısa dalga birşeyler çalsın yine eskisi gibi radyolarda hani mega hertz filan bazı sırlar veriyordu metalik sesleri ve bordoları olan saygın adamlar aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde el tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları yasak kelime oyunu yapmak yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak artık yağmur sonraları toprak kokmak yasak tomurcuklanmak günah ve bir insan sözü yüzünden yüz gün ard arda uyumamak. kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak güneş' i ay' ı hatta hiçbir tabiat olayı şahit gösterilmeyecek hiçbir sevdaya ne deniyorsa onu atacak kalp ve süresi yirmi dört saate çıkarılacak meskun mahalde ağlamanın ne verdin de ne istiyorsun yazacak ilkokul fişlerinde ve her gün her sevişmede veresiye değil peşin satan kazanacak ! YILMAZ ERDOGAN
Susuştu Yüzün bir ufukta bitiyor yüzün ve başka bir gökyüzü başlıyor komşu ellerle sarmalanıyorsun yanıyorsun... ne kadar övülsen az avazım çıktığı kadar susuyorum ismindeki sesli harfleri mayınlı bir gülümsemeyle senin karasularında olmak üstünde ilkbahar bir entari; sanki yeniden eski bir öyküye başlamak... yüzündeki o billur akşam kahvaltısı sürgülerken özümü, ne kadarını sustuk konuştuklarımızın?... Yılmaz Erdoğan
Yağdıkça Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü, Kavim göçlerinden bu yana ağlayan Ve durmadan Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler Çalan, çaldıran, yakalatan Adı bende gizli bir kadındı İstanbul Şehre bir yağmur yağdı Ben ağladım Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk sipariş edildi yeniden Bir şehre yağmur yağdı Ben ağladım Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında Hangisi talandı demli öpücüklerin Ve buğularda yitirilen kimin adıydı Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu Soyulur muydu kabuğu hayatın Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı? Yağmur şehre bir yağdı Ben ağladım Ben ençok seni götürdüm giderken Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı Kutsal kitabımdı ziyan edilmiş sevgililer atlası Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı Ben... Yağmur... Ağladım... Yılmaz Erdoğan
Sevmekten Gidince Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde El tutmak yol açıyor diye hesapsız Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları Yasak kelime oyunu yapmak Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok Tomurcuklanmak günah Ve bir insan gözü yüzünden 100 gün ardarda uyumamak Kimse ölmesin diye Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya Ne deniyorsa onu atacak kalp Ve süresi24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım Ya sen bana fazla geldin Ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur Yılmaz Erdoğan
Sevgilim Yoksa Sen? Hiç bir yerinde yok asaletin ibresi... Sessinde kımaşmasında tensel bir büyünün atlasan ilibas ve kuytu bakışlı mavi gözleri... Sanki hepimize bütün şiirleri hâlâ fısıldayan bir eski büyük şairmiş gibi... aşk bir erken didişme bir sorgu sualmiş de mezbele ve yaralıymış eski yaraların yeniden kanamasından... Hiç bir yerde yok asaletin ibresi... Bir adamın yüzünde yada yalana çok benzeyen bir doğru sözünde belki... Saçlarının çevreminde ıslak bir beyaz kadının yüksek rakımlı göllerin buzul saflığında ve kokusunda çiçeklerinin kanır eşin... Elbet şiir olacak şairin tesellisi ve en kötüsü bile işe yarayacak aşklaşmaların... Yazana değilse bile okuyana faydalı... Bak aynı başına gelmiş adamın benim başima gelen o da üzülmüş aynı benim gibi benimki daha acıklı değil onunkinden fiyakalı değil onun acısı benimkinden... Sade güzel olan kelimeler....sade kelimeler....kelimeler... Sen aşka aşıksın müsaitsin gördüğünü abartmaya... Biz olsa olsa bir müddet aşklaştık aşkın aşık olmadık... Bir elim sana uzanır öteki berikinin zaten elinde... Bırak yoluma gideyim bildiğimce... Yabancısı olduğum birsey değil yabancılar... Baktım yerlisi yabancısı aşağı yukarı hepsi benzer... erkekler..... Eğer bir söz bir ses bekliyorsan bu adamdan... İçinde hiç göndermek isteği bulunmayan bir 'git'... lazımsa eğer... İşte orda duruyor... ağzinin bir yerinde... Almak istermisin dilini sokup aklımı... Sana ait olan herşeyi bir nefeste... Bir göz yumma anında... Bir soğuk telefon konuşmasında... Geri alabilirmisin... Seni benden geri alabilirmisin... Kovabilirmisin beni senden... Sevgilim yoksa sen sevgilim olmayabilir misin? Yılmaz Erdoğan
ANKARA Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar... kimse keman çalmaz belki ama çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış gri sisli binalar... alnının ortasında ciddi bir devlet asabiyeti. çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar, bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş! (biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?) kahve önü çatlak mozaik bel kemiğine tehdit kürsüler üstünde çok sigara içen öğrenciler bir daha asla yaşayamayacağı aşkları teğet geçerken hep onu sevmeyenleri severek hep onu sevenin gözlerinden kalabalıklara kaçarak karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara, yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını bir izmirli güzele dayatmak varken (hep kardeş olacak değiliz ya, yaşasın halkların sevgililîğî!) soyut bir sevdaya beşik kertilmiş olan dağda çoban, şehirde şark çıbanı sayılan, fırat'ın büyük elleri ararat'ın kız yelleri cilo'nun derin nefesleri hülasa kente hukuk mukuk okun mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar (belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar hüzünlü gelmez insana ankara'da, yoksa bugün bir hayat yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra. Kimse keman çalmaz belki Belki bu fiim hiçbir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama Hiçbir lahmacunda o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin tadını vermeyecek bir daha Çok daha iyilerini yedim sonra bizzat Urfa'da hatta Ama hiçbirinde o kadar aç oturrnadım sofraya ankara'ya öyle yakışırdı ki kar çok yabancı bir soluk duyulur bazı bilinmez bir dilin ıslığından anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar öyle deme ankara'yı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan ankara'da yaşamak yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık kül ve betondan mürekkep yaşadıkça yaşanılası gelen o tuhaf bozkır kokusunda. ankara'ya öyle yakışırdı ki kar. asfaltlar ışıldar... bir günden bir sürü gün yapan mesai saatlerinde hiçbir şey yapan hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan rakıyı bol sulu içen dokunmasın için deği! çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı, hep kağıtlara bakarak, hep kağıtlardan bakarak hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u aynı anda sevmeyi başararak, karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı çok beğenmeyerek ama yine de bu tasarrufunu takdir ederek boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi yürüyen... memurlar....... ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.. asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar... biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi dükkanının -ki bütün plan kar altında tuzsuz ay çekirdeği çitileyip yanı sıra bafra içmektir- kötü ışıklandırılmış vitrininden umutsuzca içeri bakan, kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir- doğduğu yer yüzünden doğuştan kavgacı zannedilen ama pek çoğu kavgadan nefret eden kavgacı esmer cesur korkak çoğu kürt çoğu türk çocuklardık... ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.... ha sonra belki ahmed arifin aklına hiçbir şairin aklına gelmeyecek -çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir: kar altındadır varoşlar hasretim,nazlıdır ankara..... ustam yine sen bilirsin ama hangi aralıkta bir şair ölmüşse işte o,en netameli aydır bence. ankara'ya öyle yakışırdı ki kar... asfaltlar ışıldar... yalanlar... şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa elim gönlüm, çocukluğum buz tutar. YILMAZ ERDOĞAN
SİNEMA ZAMANI
sayfayı nerden buldunuz?
çok güzel olduğunu metheden arkadaşlardan buldum
dolaşa dolaşa buldum
siten beni buldu
sen dedin ya siteme gir
burası neresi galiba yanlış geldim
(
Sonucu göster
)
sinema
Terminal
TAKVİM
/ . -->
aha bu güne kadar 19281 ziyaretçi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak
Bedava-Sitem.com
ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol